Plant stoma
**
Bitkilerde başlıca
transpirasyon organları yapraklardır. Yapraklarla yapılan transpirasyonun büyük
bir kısmı (%90) stomalar yardımıyla yapılır. Ancak çok az bir kısmı (%10)
epidermis hücrelerinin üzerini örten kütiküla yoluyla gerçekleşmektedir. Bu
terleme biçimde su buharı kütiküla üzerindeki çatlak ve yarıklardan geçerek
atmosfere karışır. Otsu bitkilerin çoğunda gövde, çiçek ve meyvelerinde stoma
bulunduğundan terleme bu organlar vasıtası ile yapılmaktadır. Odun gövdeli
bitkilerde ise lentiseller üzerinden gerçekleşen terleme söz konusudur.
Yapraklar su bakımından
zengin yapılardır (genellikle sulu). Yaprakta bulunan canlı hücrelerin hemen
hepsinde vakuol, hücre öz suyu ile dolu olup, protoplazma ve hücre çeperleri
suyla doymuş durumdadır. Nemli hücre çeperlerinden buharlaşan su, hücrelerin
arasında bulunan boşluklarda toplanır. Hücreler arası boşlukların tamamı
yüzeylerde buluna stomalar ile bağlantılıdır.
Dışarı doğru olan su
buharı difüzyonu, hücreler arasındaki buhar basıncı, dış atmosferin buhar
basıncından daha büyük olduğu sürece devem eder.
STOMA
2 kilit hücresi ve 4 adet
komşu hücreden meydana gelen yapıya stoma aygıtı adı verilir. Kökler ve odunsu
kısımlar dışındaki tüm bitki kısımlarında stoma bulunabilir.
Stomaların Büyüklüğü ve Dağılışı
Stoma açıklığının
büyüklüğü bitki türüne göre değişiklik gösterdiği gibi aynı bitkide bulunduğu
organa göre ve bir de stoma hücrelerinin turgor durumuna göre değişir. Stoma
açıklığı küçük yapılıdır ( genişliği 3-12 mikron kadar olup, normal bitki
hücrelerinin büyüklüğü bunun on katı kadardır).
Bitki türüne ve bitkinin
yaşadığı çevreye de bağlı olmak kaydı ile cm2 de stoma sayısı 1000 ile 60.000
kadardır.
Fotosentetik alglerde
stoma bulunmaz.
Stomalar genellikle
yaprakların alt yüzeylerinde bulunurlar. Nilüfer bitkisinde yapraklar suda
yüzer durumda olduğundan stomalar yaprak üzerinde bulunur.
Stomaların Hareket Mekanizmaları
Stomaların açılıp
kapanması hem stoma hücrelerinin hem de çevresindeki epidermis ve mezofil
hücrelerinin turgor durumuna bağlıdır.
Fakat stoma hücrelerinin turgor hali bu işte daha önemli bir rol oynar.
Bekçi ya da kilit hücrelerinde yoğunluk arttıkça (suda çözünmüş tanecik sayısının
artması) osmotik basınç artar ve komşu hücrelerden su alımı gerçekleşir. Su
alan bekçi hücrelerinin daha ince yapılı olan dış çeperleri daha fazla
esneyerek bekçi hücrelerin yay biçiminde gerilmesine neden olmaktadır. Bekçi
hücrelerinin daha kalın olan iç çeperleri arasında açıklık oluşması ile stoma
açık pozisyonlu duruma geçmiş olmaktadır.
Stomaların açılıp kapanmasına etki eden faktörler
Işık: Diğer koşullar (su, sıcaklık, CO2, O2) sınırlayıcı bir faktör
olmadıkça stomalar genel olarak ışıkta açılır, karanlıkta ise kapanır.
Stomaların kapanma hızı gündüz periyodunda absorbe ettiği ışık miktarına
bağlıdır.
Maksimumum stoma açıklığı
için gereken ışık miktarı, maksimum fotosentez hızı için gereken ışık
miktarından çok daha düşüktür. Bazı türlerde parlak ay ışığı dahi stomaların
açılması için yeterli olmaktadır.
Bazı dalga boylarının
(kırmızı ve mavi) stomaların açılmasına daha çok etki ettiği belirlenmiştir. UV
ve infrared (kırmızı ötesi) ışınların stomaların açılması üzerine bir etkisi
bulunmaz. Bu durumun UV ve infrared ışıkların kloroplastlarda ATP sentezine
(fotofosforilasyon) neden olmaması ile ilgili olduğu düşünülmektedir.
Işık ve fotofosforilasyon
üzerinden stomaların açılması ile ilgili başlıca iki teori bulunmaktadır:
Stoma hücrelerindeki
asimilasyon nişastası ve glikoz miktarının 24 saatlik periyottaki değişimlerine
bakılarak osmotik basıncın da değişeceğini söylemek mümkündür.
Çözünür glikoz ile
çözünmez nişasta miktarındaki değişimler başlıca aşağıdaki reaksiyon ile
ilgilidir.
Stoma hücrelerinin
kloroplastlarında bulunan Fosforilaz enzimi pH 7 veya 7 den büyük ise çözünmez
şekerleri çözünür biçime dönüştürüken, pH 5 ve 5 den küçük ise tersi yönde
çalışmaktadır.
Stoma hücrelerinin
ışıklandırılması pH nın artmasına neden olur. Çünkü fotosentezin başlaması ile
CO2 kullanımı artacak ve asitlik azalacaktır. Karanlıkta ise olaylar tersine
çalışır.
İyon pompası teorisi:
Bu görüşe göre ışıkta
stomaların açılması, komşu hücrelerden stoma hücrelerine K+ iyonlarının girişi
ve buna bağlı olarak stoma hücrelerinde O.B. nin artması rol oynamaktadır. K+
aktif taşıma ile taşınır. K+ iyonlarının taşınması elektriksel çekim nedeniyle
Cl- girişine de neden olmaktadır. Stoma içersine taşınan K+ ve Cl- O.B.
artışına neden olur.
İyon pompası teorisine
göre H+ nın K+ nın tersi yönde taşınması da
asitliği azaltarak fosforilaz enzimini tetiklemekte ve O.B. artışının
daha da teşvik edilmesine neden olmaktadır.
STOMA KİLİT HÜCRELERİNİN YAPRAK YÜZEYİNDEKİ KONUMLARI:
I- Ilıman (Mild) bölge
bitkilerinde kilit hücreleri ile arkadaş hücreleri aynı seviyelerde bulunurlar.
II- Kurak (Kserofit)
bölge bitkilerinde kilit hücreleri arkadaş hücrelerinden daha alt konumda
bulunur: BU DURUM SU KAYBININ AZALTILASINI SAĞLAYAN BİR ADAPTASYONDUR.
III- Tropik (Tropical)
bölge bitkilerinde kilit hücreleri arkadaş hücrelerinden daha üst konumdadır:
BU DURUM TERLEMEYİ KOLAYLAŞTIRICI BİR ADAPTASYONDUR.
Bitkilerde Su Dengesi
DÜNYA ATMOSFERİNDE YAŞAM,
karasal bitkiler için çetin bir mücadele gerektirir. Bir yandan, atmosfer
fotosentezde gerekli karbondioksitin kaynağı olduğundan bitkilerin atmosferle
kolayca temas sağlamaları gerekir. Diğer yandan, atmosfer nispeten kuru olup,
bitkilerde su kaybına neden olabilir. Bitkiler su kaybını en aza indirip,
karbondioksit alınımını maksimuma çıkarma gereksiniminin yarattığı çelişkiyi
ortadan kaldırmak için, yapraklardan atmosfere kaybedilen suyu denetlemek ve
tekrar yerine koymak için değişik uyumlar geliştirmişlerdir.
Bu bölümde bitkide ve
bitki ile ortam arasında suyun taşnıımını yöneten kuvvetleri ve mekanizmaları
inceleyeceğiz. Yapraktan transpirasyonla su kaybına, su buharı
konsantrasyonundaki gradiyent neden olur. Toprakta suyun taşımınım da kapsayan,
ksilemdeki uzun mesafeli taşınım ise, basınç gradiyenti tarafından yönetilir.
Kök korteksi gibi hücre tabakalarından suyun taşınımı daha karmaşıktır, ancak
bu, dokunun karşılıklı iki tarafındaki su potansiyeli gradiyenti ile
çözümlenir.
Su, bu yolculuk sırasında
pasif olarak taşınır. Dolayısıyla, hareket ettikçe serbest enerjisi azalır. Su
taşınımı pasif olmasına rağmen, bitki tarafından su kaybım en aza indirecek
biçimde, incelikle düzenlenir. Bu da genellikle, transpirasyonun
düzenlenmesiyle gerçekleştirilir. Suyun taşınımı üzerindeki incelemelerimize
topraktaki suya odaklanarak başlayacağız.
TOPRAKTA SU
Toprakta su içeriği ve
suyun taşınım hızı büyük ölçüde toprak tipine ve yapısına bağlıdır. Farklı
toprakların fiziksel özelliklerinin büyük ölçüde değişebildiğini
göstermektedir. Bu tabloya göre, bir uçta partikül büyüklüğü bir milimetre ya
da daha fazla olabilen kum bulunur. Kumlu topraklar gram toprak başına
nispeten düşük bir yüzey alanına sahip olup, partiküller arasında büyük
boşluklara ve kanallara sahiptir. Diğer uçta ise, partikülleri 2 µm'den daha
küçük olan kil yer alır. Killi toprakların yüzey alanı büyüktür. Partiküller
arasındaki kanallar ise daha küçüktür. Kil partikülleri, humus (ayrışmış
organik madde) gibi organik maddelerin yardımı ile kümeler oluşturur. Bu
kümeler suyun sızmasını ve toprağın havalanmasını iyileştirir.
Bir toprak yağmur suyu ya
da sulama suyu ile aşırı sulandığında, su toprak partikülleri arasındaki
boşluklardan yerçekimi ile aşağıya süzülür. Bu sırada su kanallardaki hava ile
kısmen yer değiştirir. Bazı durumlarda kanallardaki hava buna engel olur.
Topraktaki su, toprak partiküllerinin yüzeyine yapışmış ince bir tabaka halinde
ya da partiküller arasındaki kanallarda bulunabilir. Kumlu topraklarda
partiküller arşındaki boşluklar çok büyük olduğundan su süzülme eğilimindedir.
Yalnızca partikül yüzeylerinde ve partiküllerin kesişme noktalarında kalır.
Killi topraklarda ise kanallar çok küçüktür. Dolayısıyla suyun serbestçe
süzülmesine izin vermeyip, suyu sıkıca tutarlar. Toprakların nem tutma
kapasitesi tarla kapasitesi olarak isimlendirilir. Suyla doymuş toprakta fazla
su aktıktan sonra, toprakta kalan su miktarına tarla kapasitesi denir. Killi
topraklar ile humus miktarı yüksek toprakların tarla kapasitesi büyüktür.
Böyle topraklar doygunluğa eriştikten birkaç gün sonra, hacimlerinin %40'ı
kadar suyu alıkoyabilirler. Kumlu topraklarda ise, bu oran yalnızca %3'tür.
Aşağıdaki kısımlarda,
toprak suyunun negatif basıncının toprak su potansiyelini nasıl
değiştirdiğini, toprakta suyun nasıl hareket ettiğini ve bitkilerin gereksinim
duyduğu suyun kökler tarafından nasıl emildiğini inceleyeceğiz.
Topraktaki Suyun Negatif Hidrostatik Basıncı Toprağın Su Potansiyelini
Düşürür
Bitki hücrelerinin su
potansiyelinde olduğu gibi, toprağın su potansiyelinin de iki bileşeni vardır.
Bunlar, ozmotik potansiyel ve hidrostatik basınçtır. Toprak suyunun ozmotik
basıncı (Ѱs), madde konsantrasyonu düşük olduğu için genellikle
önemsenmeyebilir; bu değer tipik olarak -0.02 MPa'dır. Ancak, yüksek
konsantrasyonlarda tuz içeren topraklarda ise Ѱs önemlidir. Bu tür topraklarda
Ѱs -0.2 MPa ya da daha düşük olabilir.
Toprak su potansiyelinin
ikinci bileşeni, hidrostatik basınçtır (Ѱp ).
Nemli topraklarda, Ѱp sıfıra çok yakındır. Toprak kurudukça Ѱp azalır
ve tamamen negatif olur. Toprak suyundaki negatif basıncının kaynağı nedir?
Suyun, hava-su ortak
yüzeyini en aza indiren yüksek bir yüzey gerilimine sahip olduğunu
hatırlıyoruz. Toprak kurudukça, su öncelikle partiküller arasındaki en büyük
boşlukların merkezinden uzaklaşır. Adezyon kuvvetleri nedeniyle su, toprak
partiküllerinin yüzeyine yapışma eğiliminde olduğundan, toprak suyu ve toprak
havası arasında büyük bir yüzey alanı oluşur.
Toprağın su içeriği
azaldıkça, su toprak partikülleri arasındaki çatlaklardan geri çekilir ve hava
su yüzeyi, kavisli bir hava-su ortak yüzeyine dönüşür. Bu kavisli yüzeylerin
altındaki su, negatif bir basınç yaratır. Bu, aşağıdaki formülde
gösterilmektedir.
Ѱp= -2T/r
burada T suyun yüzey
gerilimi (7.28 x 105 MPa m), r ise
hava-su ortak yüzeyinin oluşturduğu kavisin yarıçapıdır.
Kuruyan topraklarda hava
su yüzeylerinin oluşturduğu kavisin yarıçapı çok küçük olacağından, toprağın
Ѱp değeri çok negatif olabilir. Örneğin, bir kavisin yarıçapının r = 1 .µm
(yaklaşık en büyük kil partikülii boyutunda) olması, -0.15 MPa’lık bir Ѱp değerine karşılık gelir. Hava-su ortak
yüzeyinin, kil partikülleri arasındaki daha küçük çatlaklara doğru geri
çekilmesiyle, Ѱp değeri kolayca -1 ve -2
MPa'a ulaşabilir.
Toprak bilimcileri
genellikle toprak su potansiyelini, matrik potansiyeli açısından tanımlarlar.
Su Toprakta Kütlesel Akışla Hareket Eder
Su, toprakta genellikle
kütle akışıyla taşınır. Bu akış basınç gradiyenti ile oluşur. Ayrıca, su
buharının difüzyonu da toprakta suyun taşınmasına bir ölçüde yardım eder.
Bitkiler topraktan suyu absorbladıkça, kök yüzeylerine yakın topraktaki su
tükenir. Bu durum, kök yüzeyi yakınında, suyun
Ѱp değerini düşürerek Ѱp yi daha yüksek olan, yakındaki komşu toprak
bölgelerine göre bir basınç gradiyenti oluşturur. Topraktaki su dolu
gözenekler birbiriyle bağlantılı olduğundan, su, bu kanallardan basınç
gradiyenti yönünde kütlesel akışla kökün yüzeyine doğru taşınır.
Topraklarda su akış hızı
iki faktöre bağlıdır: toprak içindeki basınç gradiyentinin büyüklüğü ve
toprağın hidrolik iletkenliği. Toprağın hidrolik iletkenliği suyun toprakta
taşınma kolaylığının bir ölçüsü olup, su içeriğine ve toprak tipine bağlı
olarak değişir. Partikülleri arasında büyük boşluklara sahip kumlu toprakların
hidrolik iletkenliği büyük, boşlukları küçük olan killi toprakların hidrolik
iletkenliği ise çok düşüktür. Bir toprağın su içeriği (dolayısıyla su
potansiyeli) azaldıkça, hidrolik iletkenliği belirgin olarak azalır. Toprak
hidrolik iletkenliğindeki bu düşüş, toprak porlarındaki suyun yerini havanın
almasından kaynaklanır. Toprağın, önceden suyla dolmuş bir kanala hava
girince su o kanalın yalnızca dış kısımlarında hareket eder. Giderek daha fazla
boşluk hava ile doldukça, su daha az sayıda ve daha dar kanallardan akabilir
ve hidrolik iletkenlik azalır.
Çok kuru topraklarda, su
potansiyeli (Ѱw) daimi solgunluk noktası olarak adlandırılan bir değerin
altına düşebilir. Bu noktada toprağın su potansiyeli çok düşük olduğundan,
transpirasyonla tüm su kaybı dur- durulsa bile, bitkiler turgor basınçlarını
yeniden kazanamazlar. Bu durumda, toprağın su potansiyeli (Ѱw), bitkinin
ozmotik potansiyeline (Ѱs) eşit ya da daha düşüktür. Hücre Ѱs'i bitki
türlerine göre değişir. Bu nedenle, daimi solgunluk noktası yalnızca toprağın
bir özelliği olmayıp, bitki türlerine göre de değişebilir.
KÖKLER TARAFINDAN SUYUN ABSORBSİYONU
Köklerden suyun etkili
bir şekilde emilimi için kök yüzeyi ve toprak arasında yakın temas gereklidir.
Su alınımı için gerekli yüzey alanını sağlayan bu temas, toprak içinde kök ve
kök tüylerinin büyümesi sonucu en üst düzeye çıkar. Kök epidermis hücrelerinin
uzantısı olan kök tüyleri, kökün yüzey alanını büyük ölçüde arttırarak
topraktan su ve iyonların absorbsiyon kapasitesini arttırır. 4 aylık çavdar
(Secale) bitkilerinin kök tüylerinin, köklerin yüzey alanının %60'mdan
fazlasını oluşturduğu saptanmıştır.
Su köke, genellikle kök
tüylerini de içine alan kökün apikal bölgesinden girer. Kökün daha olgun
bölgeleri ekzodermis veya hipodermis olarak adlandırılan koruyucu dokudan
oluşmuş bir dış tabakaya sahiptir. Hücre çeperleri hidrofobik maddeler içeren
bu tabakalar suya nispeten geçirimsizdir.
Toprak ve kök yüzeyi
arasındaki yakın temas toprak karıştırıldığında kolayca bozulur. Bu nedenle,
başka bir yere nakledilen fideler ya da bitkilerin nakilden sonra ilk birkaç
gün su kayıp etmeleri önlenmelidir. Daha sonra, toprakta yeni kökler gelişerek
toprak-kök teması yeniden kurulur ve bitki su stresine daha iyi karşı
koyabilir.
Şimdi, köklerde suyun
alınım hızını belirleyen faktörler ve kök içinde suyun nasıl taşındığını
inceleyelim.
Su Apoplast, Transmembran, ve Simplast Yoluyla ile Kökte Hareket Eder
Su, toprakta çoğunlukla
kütlesel akışla taşınır. Ancak su kök yüzeyi ile temas edince, suyun taşınma
biçimi oldukça karmaşıklaşır. Su kök epidermisinden endo- dermise üç yolla
akabilir. Bunlar; apoplast, transmembran, simplastik yollardır.
1.Apoplast yolunda, su
herhangi bir zardan geçmeksizin yalnızca hücre çepeleri boyunca hareket eder.
Apoplast, hücre çeperleri ve hücreler arası hava boşluklarının oluşturduğu
süreklilik oluşturan bir sistemdir.
2.Transmembran yolunda,
su bir hücrenin bir tarafından girip diğer tarafından çıkar ve daha sonra
sıradaki hücreye girer. Bu yolda su, yolu üzerindeki (giriş ve çıkış sırasında
plazma zarını geçer) her bir hücreden geçerken en az iki zardan geçer. Tonoplasttın
bir yanından diğer yanına geçmek gerekebilir.
3.Simplast yolunda su,
plazmodezmler aracılığıyla bir hücreden diğerine taşınır. Simplast,
plazmodezmlerle birbirine bağlanan hücre sitoplazma ağından oluşmuştur.
Apoplast, transmembran ve
simplast yolların nispi önemleri henüz tam olarak bilinmemektedir. Basınç
sondaj tekniği ile yapılan deneyler
apoplast yolunun, genç mısır köklerine suyun alınımında özellikle önemli
olduğunu göstermiştir.
Endodermiste, apoplasttan
ilerleyen su iletimi Kaspari şeridi tarafından durdurulur. Kaspari şeridi
endodermisin ışınsal hücre çeperlerinde oluşur. Endodermis, mumsu yapıda,
hidrofobik bir madde olan suberin ile kuşatılmıştır. Suberin su ve suda
çözünmüş maddelerin taşmımı için bir engel oluşturur. Endodermis, yaklaşık
protoksilem elemanları ilk olgunlaştığı zaman, kök ucuna birkaç milimetrelik
uzaklıkta, kökün büyümeyen kısımlarında süberinleşir. Kaspari şeridi apoplast
yolun sürekliliğini bozararak su ve çözünmüş maddeleri plazma zarından geçerek
endodermise geçmeye zorlar. Dolayısıyla, kök korteksi ve steie de apoplast
yolun önemli olmasına karşın, endodermisten simplast yolu ile taşınır.
Kökten suyun hareketini
anlamanın diğer bir yolu, kökü bir tek hidrolitik iletkenliğe sahip olan tek
yol olarak varsaymaktır. Böyle bir yaklaşım, kök hidrolik iletkenliği
kavramının ortaya çıkarmıştır.
Kökün apikal bölgesi suya
çok geçirgendir. Bu bölgenin dışında, eksodermis suberinleştiği için su alnımı
sınırlanır. Buna rağmen, daha yaşlı köklerden de bir miktar su alınabilir. Bu
tür bir su alınımı olasılıkla sekonder büyümenin etkisiyle kortekste oluşan
parçalanmalardan gerçekleşir.
Kökler düşük sıcaklık ve
anaerobik koşullara ya da solunumu engelleyicilerine (siyanür gibi) maruz
bırakılınca su alınımı azalır. Bu uygulamalar kök solunumunu engeller ve
kökler daha az su taşır. Bu etki henüz ayrıntılı olarak açıklanamamıştır. Suyla
dolmuş topraklarda yaşayan bitkilerin solma nedeni kök hidrolik
iletkenliğindeki azalmadır. Suya batık kökler, normalde topraktaki hava
boşluklarından difüzyon- la gelen (gazlarda difüzyon suyun içindekinden 104 kat
daha hızlıdır) oksijenden yoksun kalır. Anaerobik kökler sürgünlere daha az su
gönderir. Net su akışının azalması solgunluğun başlamasına neden olur.
Ksilemde Çözünmüş Madde
Birikimi "Kök Basıncı" Oluşturabilir
Bitkilerde bazen kök
basıncı olarak belirtilen bir olgu görülür. Örneğin, tam toprak seviyesinin
üzerinden kesilen genç bir bitkinin kesik gövdesinin ksileminden özsuyu
saatlerce dışarı sızar. Eğer kesik uca bir mono- metre konulursa, oluşan
pozitif basınç ölçülebilir. Bu basınçlar 0.05 MPa ile 0.5 MPa'a kadar
yükselebilir.
Kökler seyreltik toprak
çözeltisinden iyonları absorblayıp ksilemle taşıyarak pozitif bir hidrostatik
basınç oluştururlar. Ksilem öz suyunda biriken çözünmüş maddeler ksilemin
ozmotik basıncında (Ѱs) bir artışa, dolayısıyla ksilem su potansiyelinde Ѱw de
bir düşüşe neden olurlar. Ksilemin Ѱw deki bu düşüş, suyun absorbsiyonu için
gereken sürükleyici gücü sağlar. Bu güç ise, ksilemde pozitif bir hidrostatik
basınç yaratır. Sonuçta, tüm kök ozmotik bir hücre gibi davranır; ozmotik bir
zar gibi davranan çok hücreli kök dokusu, çözünmüş maddelerin birikmesine yanıt
olarak ksilemde pozitif bir hidrostatik basınç yaratır.
Kök basıncı çoğunlukla,
toprak su potansiyeli yüksek ve transpirasyon hızı düşük olduğunda oluşur.
Transpirasyon hızı yüksek olduğunda su yapraklar tarafından çok hızlı alınır
ve atmosfere verilir. Bu nedenle ksilemde hiçbir zaman pozitif bir basınç
oluşmaz.
Kök basıncı geliştiren
bitkiler, yapraklarının uç kısımlarında sıvı damlacıklar üretirler. Bu olay
gutasyon olarak bilinir. Pozitif ksilem basıncı, ksilem öz suyunun hidatodlar
olarak isimlendirilen özelleşmiş (deliklerden) porlar çıkmasına neden olur.
Hidatod-lar yaprak ayasındaki damarların uç kısımları ile bağlantılı,
özelleşmiş porlardır. Sabahları çim yapraklarının uçlarında görülen "çiğ
damlaları", aslında bu tür özelleşmiş porlardan sızan gutasyon
damlalarıdır. Transpirasyon baskılandığı ve geceleri nem yüksek olduğunda
gutasyon çok belirginleşir.
KSİLEMDE SU TAŞINIMI
Bitkilerin çoğunda,
ksilem su taşınım yolunun en uzun kısmını oluşturur. 1 m uzunluktaki bir
bitkide su taşınım yolunun %99.5'den fazlası ksilem de bulunur. Uzun boylu
ağaçlarda ksilem, yolun en büyük bölümünü oluşturur. Kökün bir ucundan diğer
ucuna karmaşık olan yol ile karşılaştırılınca, ksilem, direnci düşük olan basit
bir yoldur. Bundan sonraki kısımlarda, köklerden yapraklara suyun taşıımı için
ksilemde suyun hareketinin nasıl kolaylaştırıldığını ve yaprakta transpirasyona
sonucu oluşan negatif hidrostatik basıncın, suyun ksilemden yukarı çekilmesini
nasıl sağladığını inceleyeceğiz.
Ksilem İki Tip Trakeal
Elemandan Oluşmuştur
Ksilemdeki iletim
hücreleri, özelleşmiş bir anatomiye sahiptirler. Bu özellik, büyük
miktarlardaki suyu büyük bir verimlilikle taşımalarını sağlar. Ksilemde
trakeidler ve trakeler olmak üzere başlıca iki tip trakeal eleman bulunur.
Trakeler yalnızca angiospermlerde, Gnetales olarak isimlendirilen küçük bir
gimnosperm grubunda ve bazı eğreltilerde bulunur. Trakeitler ise hem angiosperm
hem de gimnospermlerde, eğreltilerde ve diğer iletim demetli bitki gruplarında
mevcuttur.
Trakeit ve trakeler ölü
hücrelerden oluşur. Bu nedenle işlevsel olarak su ileten hücrelerin zarları ve
organelleri yoktur. Kalın ve ligninleşmiş hücre çeperleriyle, içlerinden suyun
nispeten kolay akabildiği içi boş tüpler oluştururlar.
Trakeitler, üst üste
gelerek dikey olarak dizilmiş, iğ biçimindeki hücrelerdir. Su, trakeitlerin
lateral çeperlerinde bulunan çok sayıda geçit aracılığı ile bir trakeitten
diğerine akar. Mikroskopik olan bu geçitlerde sekonder çeper bulunmaz. Primer
çeper ise ince ve porludur. Bir trakeitin geçitleri, komşu trakeitin tam
karşısında bulunur. Böylece geçit çiftleri oluştururlar. Geçit çiftleri,
trakeitler arasında su geçişi için direnci az olan bir yol oluştururlar. Geçit
çiftleri arasmdaki porlu tabaka iki primer çeper ve bir orta lamelden
yapılmıştır. Bu bölge geçit zarı olarak isimlendirilir.
Bazı konifer türlerinin
trakeitlerindeki geçit zarları torus olarak isimlendirilen merkezi bir
kalınlaşma gösterirler. Torus, geçidi kapatan bir valf olarak iş görür. Bunu,
geçitlerin çevresindeki halka şeklindeki ya da oval çeper kalınlaşmalarına
tutunarak yapar. Torus, tehlikeli gaz kabarcıklarının komşu hücrelere
yayılmasını önler (kavitasyon olarak isimlendirilen bu kabarcık oluşumunu
kısaca tartışacağız).
Trakeler genellikle
trakeitlerden daha kısa ve geniş olup, her hücrenin sonunda perforasyon
tabakasını oluşturan delikli çeperlere sahiptir. Trakeitledeki gibi trakelerin
de lateral çeperlerinde geçitler bulunur. Trakeitlerin aksine, uç
kısımlarındaki geçitler bulunan çeperler, trakelerin üst üste gelerek damar
adını alan daha büyük bir birime dönüşmesini sağlar. Damar uzunlukları hem
türler arasında hem de bir türün içinde değişir. Maksimum damar uzunluğu 10 cm
ile metrelerce uzunluğa kadar değişebilir. Uçlarının açık olması nedeniyle
damarlar, su hareketi için çok etkili ve düşük dirençli bir yol oluştururlar.
Bir damarın en ucundaki damar üyelerinin uç kısmında perforasyon bulunmaz.
Bunlar komşu damarlarla geçit çiftleri yardımıyla iletişim kurarlar.
Ksilemden Su Taşımmı Canlı Hücrelerle Su Taşınımına Göre Daha Az Basınç
Gerektirir
Ksilem, su taşınımı için,
direnci düşük bir yol oluşturur. Dolayısıyla, topraktan yapraklara suyun
taşınımı için gerekli basınç gradiyentini azaltır. Bazı sayısal değerler
ksilemin olağanüstü etkinliğini anlamamıza yardımcı olacaktır. Ksilemden
belirli bir hızda, suyun taşınımı için gerekli sürükleyici kuvveti hesaplayacak
ve bu değeri bir hücreden diğerine suyun taşınımı için gerekli olan sürükleyici
kuvvet ile karşılaştıracağız. Bu karşılaştırmayı yaparken, ksilem taşınım hızım
4 mm s-1', damarın yarıçapını ise 40 µm varsayacağız. Bu değer, böylesi dar bir
damar için yüksek bir hızdır. Dolayısıyla, ksilemde su akışını desteklemek
için gerekli basınç gradiyentini abartılı gösterecektir. Poiseuille eşitliğinin
bir versiyonunu kullanarak, iç çapı 40 µm olan ideal bir tüpten suyun 4 mm s-1
hızla taşınımı için gerekli basınç gradiyentini hesaplayabiliriz. Hesaplama
sonunda bu basıncın 0.02 MPa m-1 olduğunu buluruz.
Kuşkusuz gerçek ksilem
elemanlarının iç çeper yüzeyi düzensizdir ve suyun perforasyon tabakası ve
geçitlerden akışı ek bir direnç oluşturur. îdeal bir boruda olmayan bu
sapmalar, Poiseuille eşitliğine göre, yukarıda hesaplanan sürtünmeye bağlı
engellenmeyi artıracaktır. Bununla birlikte ölçümler, gerçek direncin yaklaşık
2 faktör kadar büyük olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla, hesaplamış
olduğumuz 0.02 MPa nr1 değeri gerçek bir ağaçta bulunan basınç gradiyentlerinin
içinde bulunmaktadır.
Şimdi bu değeri (0.02 MPa
m-1), suyun aynı hızda plazma zarından, bir hücreden diğerine geçmesi için
gerekli sürükleyici kuvvetle karşılaştıralım. Poiseuille eşitliği kullanılarak
suyun hücre tabakalarından 4 mm s_1'lik bir hızla taşınması için gerekli
sürükleyici kuvvet 2 x10s MPa m-1 olarak hesaplanmıştır. Bu değer 40
µm-yarıçaplı ksilem damarından suyun taşınması için gerekli sürükleyici
kuvvetten onlarca kat daha büyüktür. Hesaplamalarımız, suyun canlı hücrelerin
zarlarından taşınmasına göre, ksilemden taşınmasının, son derece hızlı olduğunu
açıkça göstermektedir.
Suyu 100 m'lik Bir Ağacın Tepesine Çıkarmak İçin Ne Kadar Bir Basınç
Farkı Gerekir
Daha önce verilen örneği
akılda tutarak, çok uzun bir ağacın tepsine kadar suyun taşınımı için ne
büyüklükte bir basınç gradiyenti gerektiğini inceleyelim. Dünyadaki en uzun
ağaçlar, Kuzey Amerika'nın kıyı bölgelerinde yetişen redwoodlar (Sequoia
sempervirens) ve Avustralya'daki Eucalyptus regnans'lardır. îki türün bireyleri
100m den fazla uzayabilir. Eğer bir ağacın gövdesi uzun bir boru olarak
düşünürsek, yerden ağacın tepesine kadar suyun taşınımındaki sürtünme kuvvetini
yenmek için gerekli basınç farkını bulabiliriz. Bunu ağacın yüksekliğiyle 0.02
MPa m -1'lık basınç gradiyentimizi çarparak elde edebiliriz (0.02 MPam-1 x 100
m = 2 MPa).
Sürtünme direncine ek
olarak, yer çekimini de dikkate almalıyız. 100 m uzunluğunda dik duran bir su
sütununun ağırlığı, su sütununun tabanında 1 MPa'lık bir basınç yaratır (100 m
x 0.01 MPa m-1). Yerçekimine bağlı bu basınç gradiyenti ksilemden suyun
taşımınım sağlamak için gerekli olan basınç gradiyentine eklenmelidir.
Böylelikle kaideden dallara, en uzun boylu ağaçların tepesine kadar, suyu
taşımak için yaklaşık 3 MPa'lık bir basınç farkının gerekli olduğunu bulmuş
oluruz.
Suyun Ksilemde Taşınımı, Kohezyon-Gerilim Teorisi İle Açıklanmaktadır
Kuramsal olarak,
ksilemden suyun taşınımı için gerekli basınç gradiyentleri, bitkinin kaidesinde
oluşan pozitif basınçlardan ya da bitkinin tepe kısmında oluşan negatif bir
basınçlardan kaynaklanır. Daha önce bazı köklerin ksilem kök basıncı adı
verilen pozitif bir hidrostatik basınç geliştirdiklerini belirtmiştik. Ancak
kök basıncı 0.1 MPa'dan düşüktür. Ayrıca transpirasyon hızı yüksek olduğunda
ortadan kalkar. Dolayısıyla suyu uzun boylu bir ağacın üst kısımlarına
göndermek için yetersizdir.
Bunun yerine, ağaçların
tepesindeki su büyük bir gerilim (negatif bir hidrostatik basınç) yaratır ve bu
gerilim suyu ksileme doğru çeker. İlk olarak on dokuzuncu yüzyılın sonlarına
doğru önerilen bu mekanizma, özsuyunun yükselmesine ilişkin kohezyon-gerilim
teorisi olarak isimlendirilmiştir. Çünkü ksilemde su sütunundaki büyük
gerilimin sürdürülebilmesi için suyun kohezyon özelliklerine gereksinim
duyulur.
Kohezyon-gerilim teorisi
ilgi çekmişse de, bir yüzyıldan daha uzun bir süredir tartışmalıdır. Başlıca
tartışma konusu, ksilemdeki su sütununun suyun uzun boylu ağaçlarda
yükselebilmesi için gerekli büyük gerilimi (negatif basınç) yaratıp
yaratamayacağıdır.
Araştırıcıların, ksilem
damarlarındaki gerilimi doğrudan ölçebildikleri, hücre basınç sondaj tekniğini
değiştirmeleri, yeni tartışmalar başlatmıştır. Bu gelişme gerçekleşmeden önce,
ksilemdeki basınçlar esas olarak yaprakların basınç odasında ölçülmesiyle
hesaplanıyordu.
Başlangıçta, ksilem
basınç sondası ile yapılan ölçümler beklenen büyüklükte negatif basınç elde
edilmesini sağlayamamıştır. Olasılıkla bu durum basınç sondasının cam kapiler
borusunun ksilem çeperini delmesi sonucu oluşan minik gaz kabarcıklarının
yarattığı kavitasyondan ileri gelmekteydi. bununla birlikte tekniğin dikkatlice
düzeltilmesiyle basınç odasıyla ölçülen gerilim ve basınç sondası ölçümleri
arasında iyi bir uyum olduğu gösterilmiştir. Ayrıca, birbirinden bağımsız
olarak yapılan çalışmalarla, ksilemdeki suyun büyük negatif gerilimleri
koruyabileceğini ve transpirasyon yapmayan yapraklarda yapılan basınç odası
ölçümlerinin ksilemdeki gerilimi doğru yansıttığını ortaya çıkarmıştır.
Böylece, araştırıcıların
çoğu, kohezyon-gerilim teorisinin güvenilir olduğuna karar vermişlerdir.
Transpirasyon yapan bir bitkinin gövde yüzeyine bir damla mürekkep damlatıp
mürekkebin sağlam bir ksileme delinerek aktarılmasıyla ksilem gerilimi kolayca
gösterilebilir. Ksilemdeki gerilimin azalması sonucu mürekkep hızla ksileme
çekilir. Bu sırada gövde boyunca gözle görülebilen çizgiler oluşur.
Ağaçlarda Su Ksilemde Taşınırken Fiziksel Engellerle Mücadele Etmek
Zorundadır
Ağaçların ve diğer
bitkilerin ksileminde ortaya çıkan büyük gerilimler bazı sorunlar yaratır.
Birinci sorun, gerilim altındaki suyun ksilemin iç duvarlarına doğru birbasınç
yapmasıdır. Eğer hücre çeperleri zayıf ya da yumuşak olsaydı, bu gerilimin
etkisiyle çökebilirlerdi. Trakeitler ve trakelerin ligninleşmesi ve sekonder
çeper kalınlaşmaları bu çöküşü engelleyen uyumlardır.
Bu tür gerilimler
altındaki suyun fiziksel olarak kararsız bir halde bulunması ise ikinci bir
sorun yaratır. Üçüncü bölümde, gazlarından arındırılmış suyun (içerdiği
gazları uzaklaştırmak için su kaynatılmış) deneysel olarak belirlenmiş kırılma
kuvvetinin (gerilme direnci) 30 MPa'dan daha büyük olduğunu bildirmiştik. Bu
değer, en uzun boylu ağaçlara suyun çekilmesi için gerekli 3MPa'lık bir
gerilimden çok daha büyüktür. Bu nedenle, ksilemdeki su çoğunlukla kararsız
hale gelecek gerilimlere ulaşmaz.
Bununla birlikte, sudaki
gerilim arttıkça, hava ksilemin hücre çeperlerindeki mikroskobik porlara doğru
çekilir. Bu olay air seeding olarak isimlendirilir. Ksilemde kabarcık
oluşmasının ikinci biçimi, gazların buzun içinde çözünürlüğünün azalması
sonucu ortaya çıkar: ksilem borularının donması kabarcık oluşumuna yol
açabilir. Gerilim altındaki su sütununda bir gaz kabarcığı oluşunca bu kabarcık
genişler. Çünkü gazlar gerilim kuvvetlerine dayanamaz. Bu kabarcık oluşumu,
kavitasyon veya ambolizm olarak bilinir. Bu bir otomobilin yakıt borusunun
buharla kapanması veya kan damarındaki amboliye benzer. Kavitasyon su sütununun
devamlılığını kırar ve ksilemde su taşınımını engeller.
Bitkilerde su sütununun
bu şekilde kesintiye uğratılması olağandır. Uygun cihazlar kullanılarak su
sütunundaki kopmalar duyulabilir. Bitkiler susuz kalınca, ses dalgaları
saptanabilir. Dalgalar ya da çıtırtıların, ksilemdeki hava kabarcıklarının
oluşumunu ve bu kabarcıkların hızla genişlemesi sonucu oluşturdukları
düşünülmektedir. Bunlar, bitkinin diğer kısımlarında yüksek frekanslı akustik
şok dalgalarına neden olur. Onarılmadıkları taktirde, Ksilemin su sütunundaki
bu kırılmalar bitkiye zarar verebilir. Bu tur amboliler suyun ana taşınma
yolunu durdurarak yapraklarda kurumaya ve ölüme neden olabilir.
Bitkiler Ksilemde Oluşan Kavitasyonun Etkisini En Aza İndirirler
Ksilemde kavitasyon
oluşumunun bitkiler üzerindeki etkisi bazı yollarla en aza indirilir.
Ksilemdeki damar elemanları birbirleriyle bağlantılı olduklarından ilke olarak
bir gaz kabarcığı taşınım ağının tamamını dolduracak şekilde genişleyebilir.
Pratikte ise, genişlemiş gaz kabarcıkları geçit zarlarındaki küçük porlardan
kolayca geçemeyeceğinden, fazla yayılamazlar. Ksilemdeki kılcallar, borular
birbirleri ile bağlantüı olduklarından, bir gaz kabarcığı su akışını tamamen
durdurmaz. Bunun yerine, komşu iletim elemanlarına geçerek kesintiye uğramış
noktanın çevresinden dolaşır. Dolayısıyla, ksilemdeki trakeler ve trakeidlerin
sınırlı uzunlukta olması, su akışına karşı direnci arttırırken, kavitasyonun
engellenmesi için bir yol oluşturur.
Ayrıca gaz kabarcıkları
ksilemden yok edilebilir. Geceleri, transpirasyon düşük olduğunda, ksilemin
Ѱp'si artar ve su buharı ile gazlar basit bir biçimde ksilemin çözeltisinde
tekrar çözünür. Bunun ötesinde, daha önce gördüğümüz gibi, bazı bitkiler
ksilemde pozitif basınçlar (kök basınçı) geliştirir. Bu tür basınçlar gaz
kabarcığını küçültür ve gazın çözünmesine neden olur. Son çalışmalar,
kavitasyonun su ksilemde gerilim altında olsa bile onarılabileceğini
göstermektedir (Holbrook ve ark. 2001). Böyle bir onarma mekanizması henüz
bilinmemekte olup aktif olarak araştırılmaktadır. Son olarak, pek çok bitki
her yıl yeni ksilemin oluşması sonucu sekonder büyüme gösterir. Bitki
tarafından salgılanan maddeler yardımıyla gaz kabarcıkları emildiği için yeni
ksilem eski ksilemin işlevi bitmeden önce işlevsel kazanır.
Yapraktan Suyun Buharlaşması Ksilemde Negatif Bir Basınç Yarartır
Ksileme suyun çekilmesi
için gerekli gerilim yapraklardan suyun buharlaşmasıyla sağlanır. Bütünlüğü
bozulmamış bir bitkide su yaprak iletim demetlerindeki ksilemlerin yardımıyla
yapraklara getirilir (Şekil 4.8). Yaprak iletim demetleri çok ince dallanır;
bazen de tüm yaprak boyunca karmaşık ağ oluşturur. Bu damarlanma biçiminde,
damarlar çok küçük damarları oluşturmak üzere çatallanmıştır. Dolayısıyla
yapraktaki hücrelerin çoğu küçük bir damarın 0.5 mm yakınında yer alır. Su
ksilemden yaprak hücrelerinin içine ve hücre çeperleri boyunca çekilir.
Ksilemde suyun
yükselmesine neden olan negatif basınç yaprağın hücre çeperlerinin yüzeyinde
gelişir. Bu durum topraktakiyle aynıdır. Hücre çeperi içi suyla dolu, çok
ince, kılcal bir fitil gibi iş görür. Su, çeperdeki selüloz mikrofibrillerine
ve diğer hidrofilik elemanlara tutunur. Yapraktaki mezofil hücreleri, geniş
bir hücreler arası hava boşluğu sistemi sayesinde, atmosferle doğrudan temas
halindedir.
Başlangıçta su, bu hava
boşluklarını örten ince bir film halindeki tabakadan buharlaşır. Su havaya
verildikçe, kalan suyun yüzeyi, hücre çeperindeki açıklıklara doğru çekilir.
Burada kavisli hava-su yüzeyleri oluşturur. Suyun yüzey geriliminin yüksek
olması nedeniyle ortak yüzeyde oluşan bu kavis, suda negatif bir basınç ya da
gerilim yaratır. Hücre çeperinden uzaklaşan su miktarı arttıkça, kavis
oluşturan hava-su ortak yüzeyinin yarıçapı azalır ve su basıncı daha negatif
hale gelir. Dolayısıyla, ksilem taşınımı için gerekli itici güç yaprak içindeki
hava-su ortak yüzeyinde yaratılır.
SU YAPRAKTAN ATMOSFERE GEÇER
Hücre yüzeyinden hücreler
arasındaki hava boşluklarına buharlaştıktan sonra su yapraktan dışarıya
difüzyonla çıkar. Yaprak yüzeyini örten mumsu kütikula suyun hareketi için çok
etkili bir engeldir. Yapraklardan suyun yaklaşık %5'inin kütikuladan
kaybedildiği sanılmaktadır. Yapraklardan su kaybının yaklaşık tamamı
genellikle yaprak alt yüzeyinde bol bulunan stomalardan, su buharı difüzyonuyla
olur.
Su yapraktan atmosfere çıkarken
ksilem tarafından mezofilin hücre çeperlerine çekilir; oradan da evaporasyonla
yaprak hava boşluklarına akar. Daha sonra da buhar halinde stoma açıklığından
yaprağın dışma çıkar. Su bu şekilde başlıca difüzyonla çıkar. Dolayısıyla,
suyun bu hareketini su buharının konsantrasyon gradiyenti kontrol eder.
Şimdi yapraktan atmosfere
suyun difüzyonu için başlıca direnç oluşturan yaprak transpirasyonunu
sürükleyen kuvveti ve transpirasyonu düzenleyen yaprak anatomik özelliklerini
inceleyeceğiz.
Su Buharı Havada Hızlı Difüzyon Yapar
Bir su molekülünün
yaprağın içindeki hücre yüzeylerinden yaprak dışındaki atmosfere difüzyonu ne
kadar sürer? Bir molekülün L mesafesini difüzyonla geçmek için gerekli ortalama
sürenin L2/ D 'ye eşit olduğunu görmüştük. Burada Ds difüzyon katsayısıdır. Bir
su molekülünün yaprak içerisinde evaporasyon bölgesinden dıştaki havaya
difüzyonla geçmesi gereken uzaklık yaklaşık 1 mm (10-3 m)'dir. Havada suyun
difüzyon katsayısı 2.4 x 10-5 mV'dir. Böylece bir su molekülünün yapraktan çıkışı
için gerekli ortalama süre yaklaşık 0.042 s'dir. Dolayısıyla, difüzyonun su
buharını yaprağın gaz fazından hareket ettirmeye yeterli olduğunu görebiliriz.
Bu sürenin, bir glukoz molekülünün 50 pm'lik bir hücreden difüzyonla geçmesi
için gereken 2.5 s’lik süreden çok daha kısa olmasının nedeni difüzyonun gaz
da sıvınınkinden çok daha hızlı olmasıdır.
Yapraktan transpirasyon
başlıca iki faktöre bağlıdır: (1) yaprak hava boşlukları ve dış hava
arasındaki su buharı konsantrasyonun farkı ve (2) bu yolun difüzyon direnci
(r). İlk olarak su buharı konsantrasyonundaki farkın transpirasyon hızlarını
nasıl etkilediğini göreceğiz.
Suyun Kaybı İçin Gerekli Sürükleyici Kuvvet Su Buharı
Konsantrasyonundaki Farklılıktır
Su buharı
konsantrasyonundaki farklılık, Cww(yaprak)-Cww(hava) olarak ifade edilir. Kütle
halindeki havanın su buharı konsantrasyonu Cww (hava) kolaylıkla ölçülebilir;
ancak yaprağınkini (Cww(yaprak) ölçmek daha zordur.
Yaprak içindeki hava
boşluklarının hacmi küçük olmasına karşın, suyun evaporasyonla çıktığı nemli
yüzey nispeten büyüktür (Hava boşluğunun hacmi, çam yapraklarının toplam yaprak
hacimlerinin yaklaşık %5'ini, mısır yapraklarının %10'unu, arpanın %30 ve
tütün yapraklarının % 40'ını oluşturur). Hava boşluklarının aksine, suyun evaporasyon
yaptığı içsel yüzey alanı dışsal yüzey alanının 7 ila 30 katı kadar olabilir.
Hacme göre yüksek olan bu yüzey alanı, yaprak içinde hızlı bir buhar dengesi
oluşturur. Dolayısıyla, yaprak içindeki hava boşluğunun, sıvı haldeki suyun
evaporasyon yaptığı hücre çeperi yüzeylerinin su potansiyeli dengesine yakın
olduğunu varsayabiliriz.
Transpirasyon yapan
yapraklarda görülen su potansiyeli aralığında (genellikle 2.0 MPa), dengedeki
su buharı konsantrasyonunun doygun su buharı konsantrasyonunun birkaç yüzdelik
dilimi içinde olması önemlidir. Bu durum, bir yaprağın içindeki su buharı
konsantrasyonunun, o yaprağın sıcaklığından ölçülmesini sağlar. Yaprak
sıcaklığını ölçmek çok kolaydır.
Su Kaybı Ayrıca Yolda Oluşan Direnç Tarafından da Düzenlenir
Yapraktan su kaybını
düzenleyen ikinci önemli faktör transpirasyon yolunun difüzyon direncidir. Bu,
değişkenlik gösteren iki faktörden oluşur.
1.Stoma porundan yapılan
difüzyona bağlı oluşan direnç, yani yaprak stoma direnci (rs).
2.Yaprak yüzeyine bitişik
durgun hava tabakalarının oluşturduğu direnç. Su buharının atmosferdeki
hareketli havaya ulaşmak için, bu tabakaların, içinden geçmesi gerekir. Bu
ikinci direnç, yani rb, sınır tabaka direnci olarak isimlendirilir. İlk olarak
bu İkincisini inceleyeceğiz.
Sınır tabakanın
kalınlığını esas olarak rüzgarın hızı belirler. Yaprağı kuşatan hava çok
durgun olduğunda, yaprak yüzeyindeki durgun hava, yapraktan su kaybının
başlıca belirleyicisidir. O tür koşullar altında, stoma açıklığındaki
artışların transpirasyon hızı üzerinde etkisi küçüktür (her ne kadar stomaların
tamamen kapanması transpirasyonu azaltırsa da).
Şiddetli rüzgar altında
hareketli hava yaprak yüzeyindeki sınır tabakanın kalınlığını azaltarak
direnci düşürür. O tür koşullarda, yapraktan suyun kaybını büyük ölçüde stoma
direnci denetler.
Yaprağın bazı anatomik ve
morfolojik özellikleri sınır tabakanın kalınlığını etkileyebilir. Yaprakların
yüzeyindeki tüyler mikroskobik rüzgar kırıcılar olarak iş görür. Bazı
bitkilerin stomaları gömüktür. Bunlar stoma porunun dışında bir gölge
oluşturur. Yaprakların büyüklüğü ve şekli de yaprak yüzeyinden rüzgarın geçme
şeklini etkiler. Her ne kadar bu ve diğer faktörler sınır tabakaları etkilerse
de, bu özellikler saat başı, hatta günden güne değişen özellikler değildir.
Kısa dönemde, bekçi hücreleri tarafından stoma açıklığının düzenlenmesi yaprak
transpirasyonunun düzenlenmesinde yaşamsal bir rol oynar.
Stomalar, Fotosentezin ve
Yaprak Transpirasyonun Eş Zamanlı Yapılmasını Denetlerler
Yaprağı kuşatan kütikula
neredeyse suya tamamen geçirimsiz olduğundan, yapraklardan transpirasyonun
büyük bir bölümü stomalardan gerçekleşir. Gazların epidermis ve kütikuladan
difüzyonla geçişinde mikroskobik stoma porları düşük direnci düşük bir yol
oluşturur; yani, stoma porları yapraklardan su kaybında direnci düşürür. Stoma
direncindeki değişiklikler, bitkiden su kaybının düzenlenmesi ve fotosentez
sırasında CO, fiksasyonunun sürdürülmesi için gerekli karbon dioksit alınım
hızının denetlenmesinde önemlidir.
Karasal bitkilerin tümü,
bir yandan su kaybını azaltılırken diğer yandan atmosferden C02 alınımına
gereksinim duyulması sorunu ile karşılaşırlar. Atmosferle temas halindeki
bitki yüzeylerini örten kütikula, su kaybına karşı etkili bir engel oluşturarak
bitkilerin kurumasını önler; ancak eş zamanlı olarak yapraktan dışa C02 çıkışı
olmaksızın suyun dışarıya difüzyonu- nu önleyemez. Bu çelişki büyük bir sorun
oluşturur; çünkü CO, alınımının konsantrasyon gradiyenti, su kaybını sağlayan
konsantrasyon gradiyentinden çok daha küçüktür.
Su bol olduğunda,
stomalar geçici olarak düzenlenerek bu çelişkiye karşı bir çözüm getirilir.
Çözüm, stomaları gündüzleri açmak geceleri ise kapamaktır. Geceleri,
fotosenteze ve yaprak içinde C02'e gereksinim olmadığında stoma açıklığı küçük
tutulur. Böyle- ce gereksiz yere su kaybı önlenmiş olur. Suyun bol ve yaprağa
ulaşan güneş ışınlarının fotosentezi kolaylaştırdığı güneşli bir sabah
yaprağın içinde C02 gereksinimi büyüktür. Bu nedenle, stomalar geniş açılarak
C02 difüzyonuna direnci azaltır. Bu koşullarda transpirasyonla su kaybı da çok
büyüktür; ancak bol su bulunduğundan, bitkinin suyu, büyüme ve üreme için
önemli olan fotosentez ürünleri için harcaması avantajlıdır.
Diğer taraftan, toprakta
su kıt olduğunda stomalar daha az açılır, hatta güneşli bir sabah bile kapalı
kalırlar. Bitkiler kurak koşullarda stomalarını kapatarak su kaybını önlerler.
(cm(yaptM-cw9ıaJ ve rb değerleri kolayca biyolojik denetim altında değildir.
Ancak, stoma direnci (rs) stoma porunun açılıp kapanmasıyla düzenlenebilir.
Stoma porunun biyolojik olarak denetimi stoma porunu kuşatan özelleşmiş bir
çift epidermis hücresi tarafından yapılır. Bu hücreler bekçi hücreleri olarak
isimlendirilir.
Bekçi Hücrelerinin Hücre Çeperleri Özgündür
Bekçi hücreleri tüm
iletim demetli bitkilerin yapraklarında bulunurlar. Ayrıca ciğerotlan ve
karayosunları gibi daha ilksel bitkilerin organlarında da mevcutturlar. Bekçi
hücreleri önemli morfolojik çeşitlilik göstermekle birlikte, iki tipe
ayrılırlar: Birinci tip, çimenler ve palmiyeler gibi bazı monokotillere
özgüdür. İkinci tip ise, tüm dikotillerde, pek çok monokotilde,
karayosunlarmda, eğreltilerde ve gimnospermlerde bulunur.
Çimenlerde bekçi
hücreleri, karakteristik olarak dambıl şeklinde olup, uçlar şişkinleşmiştir.
Por, dambılın iki eli arasında yerleşmiş uzun bir açıklık şeklindedir. Bekçi
hücreleri farklılaşmış bir çift epidermis hücresi tarafından kuşatılmıştır.
Stoma porlarmı kontrol eden bu hücrelere yardımcı hücreler denir. Yardımcı
hücreler stomaları böbrek şeklinde olan bitkilerde yaygın olmakla birlikte, bu
hücreler bazen bulunmayabilir. Bu durumda bekçi hücreleri bilinen epidermis
hücreleri tarafından kuşatılır.
Çeperlerinin özelleşmiş
yapıda olması bekçi hücrelerinin ayırt edici bir özelliğidir. Bu çeperlerin bölümleri
önemli ölçüde kalınlaşmıştır. Kalınlıkları 5 pm olabilir. Buna karşılık, tipik
epidermis hücrelerininki 1 ila 2 pm'dir. Böbrek şeklindeki bekçi hücrelerinde,
farklı bir kalınlaşma görülür. Bunlarda iç ve dış (lateral) çeperler çok kalın,
dorsal çeper (epidermis hücreleri ile temas halindeki çeper) incedir. Bir
ölçüde ventral (por) çeper de kalınlaşmıştır. Çeperin atmosfere bakan kısımları
iyi gelişmiş düz çıkıntılar şeklinde uzanır. Bunlar poru oluşturur.
Selüloz mikrofibrilleri
bir araya toplanarak stoma porunun açılması ve kapanmasında önemli bir rol
oynar. Hücre çeperlerini sağlamlaştıran selüloz mikrofibriller hücrenin şekli
üzerinde önemli bir belirleyicidir. Bilinen hücrelerde mikrofibril düzenlenişi
farklıdır. Böbrek biçimindeki bekçi hücreleri, pordan ışınsal olarak dışa
uzanan selüloz mikrofibrillere sahiptir. Böylece hücrenin çapı çelik kuşaklı
ışınsal bir lastik gibi sağlamlaştırılır. Bekçi hücreleri stoma açılması
sırasında dışa doğru eğrilir. Çimenlerde, dambıl şeklindeki bekçi hücreleri
uçları şişebilen ışınlar gibi iş görür. Bu hücrelerin şişkinleşmiş uç kısımları
hacimce artıp şişkinleştikçe, ışınlar birbirinden ayrılır ve aralarındaki
açıklık genişler.
Bekçi Hücre Turgorundaki Artış Stomaları Açılmaya Zorlar
Bekçi hücreleri birden
fazla algılayıcısı olan hidrolik valfler gibi iş görür. Işık şiddeti ve
kalitesi, sıcaklık, nispi nem ve hücre içi C02 konsantrasyonları bekçi
hücreleri tarafından algılanır. Bu sinyaller iyi bilinen stoma yanıtlarına
dönüştürülür. Karanlıkta tutulan yapraklar aydınlatılırlarsa, ışık uyartısı
bekçi hücreleri tarafından bir açılma sinyali olarak algılanır. Bu sinyal,
stoma porunun açılmasını sağlayan bir dizi yanıtın verilmesine neden olur.
Bekçi hücrelerinde,
sinyalin alınmasından sonra ilk olarak iyon alınımı ve diğer metabolik
işlemler değişir. Bekçi hücrelerinde su ilişkileri ile ilgili kuralla diğer
hücrelerdekilerle aynıdır. Ѱs azaldıkça, su potansiyeli azalır ve bunun
sonucunda su bekçi hücrelerine girer. Hücreye su girdikçe turgor basıncı artar.
Çeperlerinin esnek olması, bekçi hücrelerinin hacimlerini geriye dönüşebilir
olarak %40 ila %100 arttırmasını sağlar. Bu artış türe bağlı olarak değişir.
Bekçi hücrelerinin çeperlerinin farklı kalınlıkta olmasının neden olduğu hücre
hacmindeki bu değişiklikler, stoma porunun açılması ya da kapanmasını sağlar.
Transpirasyon Oram, Su Kaybı ve Karbon Kazancı Arasındaki İlişkinin Bir
Ölçüsüdür
Bitkilerin, su kaybını
azaltılıp fotosentez için yeterli C02 alabilme yetenekleri transpirasyon oranı
olarak isimlendirilen bir parametre ile hesaplanabilir. Bu değer, bitkiden
transpirasyonla kaybedilen su miktarı olarak tanımlanabilir. Transpirasyon
oranı, kaybedilen suyun fotosentezle özümlenen karbon dioksit miktarına
bölünmesiyle elde edilir.
Karbon fiksasyonunun ilk
kararlı ürünü üç karbonlu bir bileşik olan bitkiler (bu tür bitkiler C3
bitkileri olarak isimlendirilir), fotosentezle fikse ettikleri her bir CO,
molekülü için yaklaşık 500 molekül su kaybeder. Dolayısıyla bu bitkilerde
transpirasyon oranı 500'diir. (Bazen transpirasyon oranı yerine, su kullanma
verimliliği terimi kullanılır. Transpirasyon oranı 500 olan bitkilerin su
kullanma verimlilikleri 1 /500 ya da 0.002'dir).
H20 çıkışının C02
girişine göre daha büyük olmasına üç faktör neden olur:
1.Su kaybına neden olan
konsantrasyon gradiyenti, CO2 girişini sağlayan konsantrasyon gradiyentinden 50
kat daha fazladır. Bu farkın nedeni, havadaki C02 konsantrasyonunun düşük
(yaklaşık %0.03) ve yaprağın içindeki su buharı konsantrasyonunun nispeten
yüksek olmasıdır.
2.CO2 havada sudan 1.6
kat daha yavaş difüfyon yapar (CO2 molekülü H20'dan daha büyük, difüzyon
katsayısı ise daha küçüktür).
3.CO2'in, kloroplastlarda
özümlenmeden önce plazma zarı, sitoplazma ve kloroplast zarını geçmesi gerekir.
Bu zarlar C02 difüzyon yolundaki direnci artırır.
Bazı bitkiler özellikle
kurak ortamlar ya da yılın kurak mevsiminde yaşamaya uyum sağlamışlardır. C4
ve CAM bitkileri olarak bilinen bu bitkilerde karbon dioksit fiksasyonu bilinen
fotosentez yolundan farklılık gösterir. C2 fotosentezi yapan bitkiler, genel
olarak fikse edilen her bir CO2 molekülü başına daha az su kaybeder. C4
bitkileri için tipik transpirasyon oranı yaklaşık 250'dir. C02'in başlangıçta
geceleri dört karbonlu organik asitlere fikse edildiği, CAM (Crassulacean asit
metabolizmalı) fotosentezi yapan, çöl koşullarına uyum sağlamış bitkilerin
transpirasyon oranı daha da düşük olup, yaklaşık 50'dir.
GENEL BİR BAKIŞ: TOPRAK-BİTKİ- ATMOSFER UZANTISI
Suyun topraktan bitkiye
oradan da atmosfere geçmesi farklı taşınım mekanizmalarını kapsar:
. Toprakta ve ksilemde,
su, basınç gradiyentine (∆Ѱp) yanıt olarak kütle akışıyla taşınır.
. Buhar halde su en
azından dıştaki havaya ulaşıncaya değin esas olarak difüzyonla hareket eder.
Dış havada konveksiyon
(kütle akışının bir formu) baskındır.
. Su zarlardan taşınması
sırasında, zarın iki yanında oluşan su potansiyelindeki farklılığa bağlı
olarak taşınır. Hücreler suyu absorbladıklarında ve kökler suyu topraktan
ksileme taşıdıklarında bu tür bir ozmotik etki oluşur.
Tüm bu koşullarda, su, su
potansiyeli veya serbest enerjisi düşük olan bölgeye hareket eder.
Su potansiyeli topraktan
yapraklara doğru sürekli olarak azalır. Bununla birlikte, su potansiyelinin
bileşenleri yolun değişik noktalarında farklılık gösterebilir. Örneğin,
mezofildeki gibi, hücrelerin içinde su potansiyeli komşu ksilemdeki ile
yaklaşık aynıdır. Buna karşın Ѱw bileşeni hala farklıdır. Ksilemde Ѱw 'nin
baskın bileşeni negatif basınç olmasına karşın, yaprak hücresinde genel olarak
pozitiftir. Ѱp deki bu büyük farklılık yaprak hücrelerinin plazma zarının iki
yanında oluşur. Yüksek konsantrasyondaki çözünmüş madde (düşük Ѱs) yaprak
hücrelerinin içindeki su potansiyelini düşürür.
ÖZET
Su yaşam için önemli bir
ortamdır. Kara bitkileri atmosfere su kaybettikleri için potansiyel olarak
ölüme yol açan su kaybı sorunu ile karşılaşırlar. Yaprakların yüzey alanlarının
geniş olması, yüksek miktarda güneş enerjisi almaları ve C02 alınımı için açık
bir yola gereksinim duymaları bu sorunu ağırlaştırır. Dolayısıyla, suyun
korunması ve C02 özümlenmesine gereksinim duyulması arasında bir çelişki
doğmaktadır.
Bu önemli çelişkinin
çözümlenmesine duyulan gereksinim, kara bitkilerinin yapısını büyük ölçüde
belirlemiştir: (1) topraktan suyun alınımı için yaygın bir kök sisteminin
geliştirilmesi; (2) suyu yapraklara ulaştırmak için ksilemin trake ve
trakeitlerinde düşük bir direnç yolu; (3) evaporasyonu azaltmak için bitki
yüzeylerini örten hidrofobik bir kütikula; (4) gaz alışverişine izin veren yaprak
yüzeyindeki mikroskopik stomalar; ve (5) stoma açıklığının boyutunu (ve
difüzyon direncini) düzenleyen bekçi hücrelerinin varlığı önemli yapısal
özelliklerdendir.
Bu yapısal özellikler,
suyu topraktan atmosfere tamamen fiziksel kuvvetlere yanıt vererek taşıyan bir
organizmanın ortaya çıkmasını sağlar. Bitkiler suyu taşımak için doğrudan
enerji harcamazlar. Bunun yerine, enerji, etkili ve kontrollü bir su taşınımı
için gerekli yapıların üretimi ve korunmasında kullanılır.
Topraktaki suyu bitkiden
atmosfere taşıyan mekanizmalar difüzyon, kütle akışı ve ozmozisi kapsar. Bu
işlemlerin her biri farklı sürükleyici kuvvetlere eşlik eder.
Bitkideki su, süreklilik
gösteren bir hidrolik sistem olarak görülebilir. Bu hidrolik sistem topraktaki
suyu atmosferdeki su buharı ile birleştirir. Transpirasyon ilke olarak bekçi
hücreleri tarafından düzenlenir. Bekçi hücreleri atmosfere çıkan su miktarını
en aza indirirken, fotosentez için gerekli C02 gereksinimini karşılamak için
stoma açıklığının büyüklüğünü düzenler. Yaprak mezofil hücrelerinin hücre
çeperlerinden suyun evaporasyonu, apoplasttaki suda negatif basınçlar (veya
gerilimler) yaratır. Bu negatif basınçlar ksileme geçirilir. Böylece ksilem,
uzun ksilem borularında suyu çeker.
Özsuyunun yükselişi ile
ilgili kohezyon-gerilim teorisinin bazı yönleri tartışmalı ise de, ksilemde su
taşınımının basınç gradiyentlerine bağlı olarak gerçekleştiğine ilişkin çok
sayıda kanıt mevcuttur. Transpirasyon yüksek olduğunda, ksilem suyundaki negatif
basınçlar ksilemde kavitasyon (ambolizm)'a neden olabilir. Bu tür ambolizmler
su taşınımını durdurabilir ve yaprakta ciddi su kıtlığı yaratabilir. Bitkiler
sıklıkla su kıtlığı sorunu yaşarlar. Bu, bitkilerin fizyolojisi ve gelişimini
değiştiren bir dizi uyumsal yanıt gerektirir.
Yorumlar
Yorum Gönder