plant cells
**
Prorotoplazma: Hücrenin canlı kısımlarını ifade eder. Hücre
zarı + sitoplazma olarak da düşünülebilir.
BİTKİ HÜCRELERİNDE
PROTOPLAZMA:
SİTOPLAZMA
Işık mikroskopunda görüldüğü gibi sitoplazma, protoplazmanın diğer bileşenlerini içeren ve
genellikle nükleusu kapsayan esas kitlesidir. Hücrenin bütün organellerine
yataklık eder ve hücre içini dolduran bir maddedir. Homojen görünüşlü, saydam,
lifsi ve boşluklu bir yapı gösterir. Elektron mikroskop çalışmaları
sitoplazmanın içinde farklılaşmış bir zar sistemi göstermiş, buna endoplazmik
retikulum adı verilmiştir. Yüzey zarlar örneğin plazma zar ve plazmalemma
(ektoplast) sitoplazmayı çeperden, tonoplast (koful zarı) ise sitoplazmayı
vakuolden ayırır. Sitoplazma çok sayıda çeşitli büyüklükte tanecikler içerir.
Bunlar sitoplazmada serbest ya da endoplazmik retikulum ile ilişki halindedir.
Canlı hücrelerde sitoplasma saydam ve yarı sıvı bir madde
olarak bulunur. Esas ortamım su (%85-90) ve polipeptid zincirleri oluşturur.
Tuzlar, karbonhidratlar ve diğer suda eriyen maddeler dispersiyon halde,
proteinler ve yağsı maddeler kolloidal şekilde bulunur. Makromoleküller canlı
sitoplazmanın özyapısal şekil değişikliğinde rol oynar (gel-sol). Sitoplazmik
akım bu şekil değişikliğinin dış belirtilerinden biridir. Mycomycetes (cıvık
mantarlar) de çıplak protoplazmik kitle hareket etme yeteneğindedir. Yüksek
bitkilerde ise plazma kitlesi ya çevreden merkeze ve merkezden çevreye doğru
(sirkulaşyon) ya da s i toplaşma tüm içeriği ile hücre zarına paralel
(rotasyon) hareket eder. Sitoplazmik akım hücrelerdeki ince mikrofilament
demetlerin varlığı ile ilgili kabul edilmektedir. Protoplazmanın sirkülasyon
ve rotasyon akımı genellikle özerktir fakat bazı dış uyartılar olmadıkça da
başlayamaz, örneğin kırmızı ışık ve bazı amino asitler (L-histidin)
protoplazmik akıma neden olmaktadır. Bitkilerde genellikle sitoplazmik akım
0.2-0.6 mm/dakika olmasına karşın büyük internodyum hücrelerinde bu hız 6
mm/dakika kadar olabilir.
ENDOPLAZMİK RETİKULUM
Hücre zarı sitoplazma içine doğru ince bir kanal sistemi
yapar, sitoplazmaya ağımsı yapı niteliği kazandırır ve hücrenin dolasım sistemi
olarak is görür. Yapısında %40-50 lipid, %50-60 protein, çok az da RNA vardır.
Endoplazmik retikulum zarları düz zarlar (granulasız endoplasmik retikulum) ve
ribozomlu zarlar (granulalı endoplasmik retikulum) olmak üzere ikiye ayrılır.
Endoplasmik retikulum yüzeyinde sayısız enzimler yerleşmiştir. Özellikle madde alış verişinde, madde
sentezinde ve depo edilmesinde rol oynamaktadır.
DİKTİYOZOM
Diktiyozom, nükleus yakınında ya da sitoplazma içinde
değişik bölgelerde bulunur, hayvan hücrelerinde adı golgi aygıtıdır. Küremsi,
dilim şeklinde ve ağ görünüşlüdür. Hücre içindeki yeri hücrenin işlev durumuna
bağlı olarak değişir. Diktiyozomlar daha çok endoplazmik retikuluma bağlı ince
bir kanal ve kesecik sistemidir; yüzeyi tek bir zarla çevrili ve 7-8 kesecikten
oluşmuştur. Sellüloz çeperi oluşturan polisakkarit sentezinin burada olduğu ve
hücre artıklarının dışarı salınmasında önemli rolü olduğu kanıtlanmıştır.
NUKLEUS
Bölünmeyen ya da metabol ik nükleus küremsi ya da elipsoid,
bazen da çok lobludur, büyüklüğü yaklaşık 25-40 µm dur. Yapısında %70 protein,
%3 lipid, %10 DNA ve %2-3 RNA bulunur. Nükleus, nükleus zarı
(karyolemma=karyoteka) denilen çift zar görünümünde bir film ile çevrilmiştir.
Zarlar arasındaki genişliğe perinuklear aralık denir. Büyük moleküller porlar
aracılığıyla, iyonlar ve mikromoleküller ise perinüklear aralıktan geçer.
Nükleus zarı içinde matriks ya da karyolimfa (nükleus özsuyu), kromatin ve
nükleolus bulunur. Nükleusun büyüklüğü veşekli yalnız farklı bitkilere göre
değil aynı bitkinin ayrımlı dokularında da değişiklik gösterir. Bu farklar
kromozom sayısı, kromozom hacmi ve karyolimfa miktarına bağlıdır. Her bir
nükleus uygun bir sitoplazma kitlesine sahiptir, morfolojik bir sınır
bulunmayan bu fonksiyonel birime energid denir, çok nükleuslu hücreler ise
polienergidler olarak isimlendirilir.
Nükleolus tipik bir nükleus içi maddedir, 10-15 µm
büyüklüğünde küremsi bir yapı göstermektedir. Kimyasal yapısı RNA ve buna bağlı
proteinden zengindir. Nükleus bölünmesi sırasında ortadan kaybolur, sonra
telofazda kromozomların sekonder boğumundan tekrar oluşur. Nükleolus sayısı
birçok bitkilerde kromozom sayısı kadar önemlidir.
Kromozomlar nükleus içinde bulunan, her tür için sayıları ve
şekilleri eşey hücrelerinde durağan, bölünme yeteneğinde olan protoplasmik
birimlerdir. Organizmaların yetenekleri üzerinde etkili, kuşaktan kuşağa geçen
ve kalıtımda büyük rolleri olan yapılardır, anafazda yaklaşık l-20 µm
uzunluğundadır. Matriks denilen ana madde içinde spiral şeklinde kıvrılmış iki
iplikçik bulunur buna kromonema; kromonema yarımlarına da kromatid denir.
Kromonema üzerinde kromomer denilen boydan boya sıralanmış şişkinlikler
nükleik asitlerden zengindir. Kromozomların ucunda bazen satellit denilen küçük
cismin nükleolus oluşumu ile ilgili olduğu saptanmıştır. İnterfaz nükleusunda
bazı kromozomların belirli bölgeleri hem spiralli hem de koyu boyanır, bu
bölgelere heterokromatin bölge; az boyanan kısımlara ise ökromatin bölge denir.
Nükleus hücrenin yaşamım sağlamak için mutlak surette
gerekli olan bir yapıdır. Kalıtsal özelliklerin kuşaktan kuşağa iletilmesi
nükleus varlığı ile olabilir; bu işlevleri yapmak için de DNA ve RNA ya
gereksinme vardır. Aynı zamanda, hücrelerde nukleus ve sitoplasma arasında
sürekli metabolik alış verişler vardır, buna nükleoplasmik ilişkiler denir.
Nükleusdan emirler sitoplazmaya verilir ve sitoplazmamanın nükleus üzerindeki
düzenleyici etkileri de nükleus porlan ile oluşur. Bir hücrenin sitoplazması
nükleus olmaksızın uzun süre canlı kalamaz ve sitoplazmasız bir nükleus da
sonunda ölüme mahkûmdur.
PLASTİDLER
Bitki hücrelerinin sitoplazmasında bulunan, yapıları,
pigment içerikleri ve işlevleri farklı olan protoplazmik yapılardır.
Genellikle ilkel bitkilerde plastid yoktur ya da her hücrede bir, iki adet
bulunabilir, buna karşın yüksek bitkilerde her hücrede çok sayıda plastid
gözlenmektedir. Hayvan hücreleri ise plastide benzer bir yapıya sahip değildir.
Plastidler şekillerinde oldukça değişiklik gösteren viskoz
cisimlerdir, genellikle çift zar taşırlar. Yapılarında %50 protein, %35 lipid, %7 pigment, az oranda DNA ve RNA
vardır.
Plastidlerin sınıflandırılmasında bu yapılarda pigmentlerin
varlığı ve yokluğu rol oynamaktadır. Renksiz plastidler levkoplastlar olarak
isimlendirilir, pigmentli olanlardan bir kısmı kromoplastlardır, yeşil renkli
klorofil içeren plastidlere de kloroplastlar denir. Bazen genç, farklılaşmamış
plastidler proplastidler olarak adlandırılır ve meristematik hücrelerde
oldukça boldur. Aynı zamanda, ışıktan uzak dokularda gelişen, pigment
içermeyen plastidler bazı bitki ürünlerini depo ederler, bunlardan nişasta
içerenlere amiloplast, protein depo edenlere proteinoplast, yağ biriktirenlere
de elaioplast adı verilir.
Kloroplastlar.
Klorofil içeren ve fotosentezle yükümlü olan kloroplastlar bitkilerin yeşil
kısımlarında bulunur, özellikle yaprakların mezofil dokusunda iyi
farklılaşmıştır. Genellikle her hücrede 20-80 kloroplast bulunabilir.
Kloroplastlar embriyonik ve meristematik hücrelerde çok küçüktür ve pigment
taşımaz, daha çok proplastid halindedir. Büyüme ilerledikçe proplastidler
gelişir, pigmentler birikerek kloroplast şeklini alırlar. Proplastidlerde genellikle hiç tilakoid
yoktur, proplastid farklılaşırken tilakoidler de gelişir ve iç zardan
yassılaşmış kabarcıklar halinde gelişerek karakteristik sistemi oluşturur.
Tilakoid zarlar kesiksiz olarak birbirine bağlı şekilde düzenlenmişlerdir ve
klorofil pigmenti tilakoid zarlarda yerelleşmiştir. Ayrıca klorofil kuantozom
(fotosistem) denilen birimlerle de ilgilidir, bunlar fotosentezin ışık
tepkimesinin morfolojik birimleridir, granum zarlarının yüzeyi üzerinde
granüller halinde düzenlenmiştir, yaklaşık her bir fotosistem 250 klorofil
molekülü içermektedir.
Bir yaprak karanlıkta büyürse, iç zardan türevlenen
kesecikler tüpler halinde gelişerek prolamellar yapıyı meydana getirir. Sonra
bu yaprak ışığa konursa prolamellar yapı tilakoid sisteme dönüşür. Karanlıkta
büyüyen bitkilerde prolamellar yapılı kloroplastlar (etiole kloroplast)
etioplast olarak isimlendirilir.
Fotosentezde C4 bitkilerde (şeker kamışı, mısır) yaprağın
mesofil hücreleri ile demet kını hücreleri kloroplast yapıları arasında
belirgin farklar vardır. Mezofil hücrelerinin kloroplastları küçüktür,
granaları boldur ve nişasta yoktur. Oysa demet kını hücre kloroplastları büyük,
granaları eksik ve nişasta taneleri büyüktür.
Plazma hareketine bağlı olarak kloroplastlar da hareket
ederler. Bu organeller karbon dioksit asimilasyonu için optimal olarak
ışıktan yararlanmak için yeni durumlar alabilme yeteneğindedirler. Örneğin
yosun yapraklarında ve eğrelti gametofitlerinde mercek şeklindeki kloroplastlar
kuvvetli ışıkta kenarlara toplanır, zayıf ışıkta ise hücreye yayılır. Zayıf ışıkta kloroplastlar yassı ve disk
şeklinde olmasına karşın, kuvvetli ışıkta büzülerek küresel biçim alırlar.
Kromoplastlar: Bu
plastidler uzamış, loblu, köşeli ve küresel şekillidir; sarı ya da turuncu
renkli olmaları karotinoid ve ksantofillerden meydana gelir. Kromoplastların
çoğu değişikliğe uğramış kloroplatlardır, bu sırada karoten (havuç) ya da
likopen (domates) gibi krotinoid pigmentler sentez edilir. Pigment gelişmesi
tilakoidlerin değişmesi ve tümüyle parçalanması ile ilgilidir ve burada lipid
taneciklerinin de miktarı artmaktadır. Bazı kromoplastlarda globüler pigment
depo ederler (Düğün çiçeği, yeşil biber, lale, limon, portakal). Bazılarında
ise pigmentler çok sayıdaki protein liflerde biriktirirler (kırmızı biber).
Pigmentler kristalleşmiş olarak da depo edilir (kırmızı domates de likopen
kristalleri, havuç ta karoten kristalleri).
Romoplast gelişimi tersinir bir olaydır; limon, portakal meyvasının ve
havuç kökünün kromoplastları karoten pigmentlerini kaybeder, tlakoid sistem ve
klorofil gelişir. Ayrıca kloroplastlar proplastidlerden de oluşmaktadır.
Karoten ya da karotinoidler, bazan bir lipid kesesi şeklinde birikerek ya da
sitoplazmada çıplak kristaller halinde belirerek de meydana gelirler.
Levkoplastlar. Levkoplastlar genellikle ışıktan uzak, olgun
hücrelerde, birçok gövde özünde ya da yeraltı organlarında bulunur. Epidermisin
plastidleri daha çok renksiz levkoplastlar halindedir, belirli şekilleri
olmayan bu yapılar çoğunlukla nukleusa yakın kümelenirler. Bazen levkoplastlar ışık altında kloroplasta
bazen da kloroplastlar yedek nişasta oluşturan levkoplastlara
(levko-kloroplast) dönüşür. Böylece levkoplastlar çeşitli büyüklükte
tanecikler halinde nişasta ve lipid oluşturan fonksiyonel yapılardır. Yağ
içeren elaioplastlar ciğer otlarında ve monokotillerde bulunmaktadır.
Protoplasmik Olmayan Bileşikler
Vakuoller hücre özsuyu denilen bir sıvı ile dolu, sitoplasma
içindeki boşluklardır. Dokulardan alınan kesitlerde vakuoller renkli ya da
renksiz olabilir. Bir hücre ya da organizmanın vakuollerinin hepsi vakuom
olarak isimlendirilir'. Hücre özsuyunun başlıca bileşeni sudur, ayrıca eriyik
ya da kolloidal halde çeşitli maddeler de bulunur. Tuz, şeker, organik asit,
protein, fosfatid, yağlı maddeler, kalsiyum oksalat ve tanin vakuolün başlıca
bileşenleridir. Mavimsi ve kırmızımtırak pigmentler içeren antosiyanin vakuol
sıvısı içinde karakteristik olarak çözünür. Vakuolde bulunan maddeler ya
protoplasmanın canlılık etkinliği için kullanılır ya da metabolizma
ürünleridir. Vakuolü sitoplasmadan ayıran tonoplast yarı geçirgen bir özelliğe
sahiptir, osmotik olayları düzenler ve hücrede turgorun devamını sağlar.
Vakuoller metabolik ürünleri sadece pasif olarak biriktirmezler, hücrede
maddelerin biyokimyasal devrine de katılırlar, hücre bileşiklerini ya da depo
maddelerini parçalarlar. Vakuol senesens, farklılaşma ve depo ürünlerin
hareketi gibi metabolik olaylarda vital işleve sahip bir organel gibi rol
oynar. Depo dokulardaki hücreler, vakuollerdeki hidrolitik etkinlikler için iyi
örneklerdir. Baklagil tohumlarında kotiledonlar vakuollerde oluşan proteinleri
depo ederler. Çimlenme sırasında asit hidrolaz bu vakuollerde etkinleşerek
proteinler sindirilir ve çok sayıdaki vakuoller birleşerek tek bir şekil
alırlar.
Vakuoller hakkındaki bilgiler hücrelerin vital boyalarla
hücreye zarar vermeksizin boyanmasıyla elde edilmiştir. pH a göre vakuoller
ikiye ayrılır: nötral kırmızı ile kırmızımsı turuncu boyanan alkali tipler ve
aynı boya ile mavimsi eflatun boyanan asit tipler. Vakuol özsuyunun yoğunluğu
değişkendir, örneğin tohumlar kururken suyun çekilmesiyle yoğunluk artmaktadır.
Canlı hücre hipertonik bir eriyik içine konularak su yapay olarak vakuolden
çekilir, bilindiği gibi böyle işlem plazmolize neden olmaktadır.
Vakuoller hücrenin gelişme ve metabolik dönemlerinde hem
şekil hem de boyutta değişiklik gösterirler.
Meristematik hücreler
vakuolsüzdür ve içleri sitoplasma ile doludur. Hücrelerde olgunlaşma
ilerledikçe küçük ve çok sayıda vakuoller belirir. Olgun hücrelerde ise tek bir
vakuol hücrenin ortasını kaplar, sitoplasma ve diğer protoplasmik bileşenler
çepere yakın çevresel bir durum alırlar.
Şekil: 1- Bakla
kök ucunda meristematik 2- Yosun yaprağında gelişme halinde 3- Sarmaşıkta olgun
vakuol
Vakuol kökeni hakkında değişik görüşler vardır: bir
varsayıma göre bazı kolloidal ürünler su için kuvvetli bir çekimlemeye sahiptir
ve vakuolü oluştururlar. Bir görüşe göre vakuoller endoplasmik retikulum
keseciklerinden gelişir. Vakuollerin en önemli işlevi su alış verişini
ayarlamaktır. Birçok metabolik ürünler vakuollerde depo edilir, ayrıca
vakuoller absorpsiyon olaylarında da önemli rol oynarlar. Hidrolitik etkinliklerinden
dolayı vakuoller lizozomlara benzerler. Bitki hücreleri sitoplazmik
bileşikleri' ve metabolitleri sindiren çok sayıda hidrolaz içerir, bu enzimleri
taşıyan yapılar arasında en önemlisi vakuollerdir.
Aynı plastidlerde san-turuncu pigmentler (karotinoidler) de
bulunur fakat bunlar klorofil tarafından maskelenmiştir. Hücre özsuyunda
bulunan vakuole ait pigmentler (kimo- kromlar) sarı renkli, suda eriyen
antoksantinler ya da yağda eriyen pigmentlerden (lipokrom) oluşur. Pigmentlerin
bir diğer grubu suda çözünen ve hücre özsuyunun rengini veren flavonlardır.
Flavonların oksidasyon ürünleri olan antosiyaninler de suda çözünürler; hücre
özsuyuna kırmızı, pembe, mavi ve menekşe rengini verirler. Bu pigmentler çiçek,
meyva ve yaprakların renginden sorumludur. Antosiyanların rengi hücre
özsuyunun pH ına göre renk değiştirir; asit ortamda kırmızı, bazik ortamda
mavidir. Antosiyanidinler Pelargonium' da (sarımsı kırmızı pelargonidin), Rosa'
da (kırmızı siyanidin), impatiens de (peonidin), Delphinium ve Mal va' da (mavi
delfinidin), Pétunia ve Primula 'da (mavi petunidin), üzüm meyvasında (mavi
oenidin) aynı zamanda Pétunia ve Maiva'da (kırmızımsı-mor malvidin)
bulunmaktadır.
Beyaz petaller pigmentlerden yoksundur, beyaz renk hava ile
dolu olan çok sayıda geniş hücre arası boşlukların varlığından dolayı saydam
olmayan petallerden ışığın yansımasından sonuçlanmış görülür.
Sonbahar yapraklarının renklenmesi farklı pigmentlerin
bileşimi olduğu kadar çeşitli olayların da sonucudur. Yaprağın aşama aşama
ölümü ile genellikle klorofil renksiz maddeler haline geçer ve karotinoidler
yaprağı sarı renge büründürmektedir. Kırmızı ve mor renk hücre özsuyundaki
pigmentlerden ileri gelmektedir. Bu renkler kuvvetli ışık altındaki yapraklarda
şekerlerin varlığında oluştuğu zaman en parlaktır. Az miktarda klorofil ve
karotinoid, fazla oranda tanin ve antosiyaninler, çeşitli diğer pigmentlerin
birleşmesinden sonuçlanan sonbahar renkleri soğuk bölgelerde en iyi
gelişmektedir.
ERGASTİK MADDELER
Ergastik maddeler metabolizma ürünleridir. Bu maddeler
hücrenin yaşamının çeşitli evrelerinde ortaya çıkar ya da kaybolur. Bunlar
hücresel etkinlik ile oluşan depo ya da artık ürünlerdir ve yapısal olarak
protoplasmik bileşiklerden daha yalındır. Ergastik maddeler vakuolde ve hücre
çeperinde oluşur ve hücrenin protoplasmik bileşikleri ile yakından ilgilidir.
En iyi tanınan ergastik maddelerin bazıları gözle görülen karbonhidratlardan
selüloz ve nişasta; proteinik yapılar; yağlar ve ilgili maddelerdir. Ayrıca kristal şeklindeki mineral maddeler de
bu gruba girer. Birçok organik maddeler örneğin tanin, reçine, zamk, kauçuk ve
alkoloidler de bu gruba girer.
Eriyebilen karbonhidratlar özellikle sakkaroz ve fruktoz
gibi disakkaritler hücre özsuyunun en genel bileşikleridir. Sakkaroz şeker pancarı
ve şeker kamışında besin maddesi olarak depo edilir, glukoz ve fruktoz ise
meyvalarda geniş ölçüde dağılmıştır. Compositae 'ye ait bitkiler fruktoz
moleküllerinden oluşmuş, inulin denilen eriyebilen polisakkarit içerir.
Patates nişastası ise glukoz moleküllerinden oluşmuştur. Bu yüzden inulin
diabetikler için tehlikeli değildir, inulin içeren yer elması (Helianthus
tuberosus tuberleri) şeker hastalarının besi düzenlerinde patatesin yerini
almaktadır. Glikojen hayvanlar için bir depo karbonhidrattır, α-glukoz
birimlerinden oluşmuş bir polisakkarittir; bakteri, cıvık mantar ve mavi-yeşil
alglerde bulunmaktadır. Yine bir karbonhidrat olan müsilaj birçok bulbların
(soğan) ve orkide tuberlerinin (yumru gövde) hücre vakuollerinde yer
almaktadır. Müsilaj ayrıca sukulent bitkilerin gövde ve yapraklarının önemli
bir bileşiğidir. Bütün bu sayılanlar içinde selüloz ve nişasta özel bir öneme
sahiptir. Selüloz hücre çeperinin başlıca bileşiğidir oysa nişasta
protoplazmada depo gereç olarak bulunmaktadır.
Fotosentetik ürün olarak meydana gelen nişasta plastidlerde
taneler halinde gelişen ergastik bir maddedir. Fotosentez sırasında
kloroplastlarda oluşan nişasta (asimilasyon nişastası) sonra parçalanır ve
amiloplastlarda depo nişasta olarak yeniden sentez edilir, bir amiloplast tek
ya da daha fazla nişasta tanesi içermektedir. Nişasta tanelerinin morfolojik
şekilleri tohumların ve diğer nişasta içeren bitki kısımlarının tanımı için
kullanılır. Nişasta tanelerinin şekilleri ve büyüklükleri çok değişiktir:
patateste 70-100µm, buğdayda 30-45µm, mısırda 12-18µm. Birçok bitkilerin
nişasta taneleri az ve çok ışık kıran tabakaların almaşık olarak dizilmesinden
dolayı belirgin tabakalanma gösterir. Bu tabakalanma düz moleküllü amiloz ve
dallanmış molekül yapılı amilopektin gibi iki karbonhidratın almaşı ile
oluşmaktadır. Tahıl nişastasında tabakalanma günlük ritme bağlıdır, patates
nişastasında da tabakalanma ışık ve ısıdan çok içsel ritme bağlıdır. Almaşlı
tabakalar bir nokta "hilum" etrafında birikir, bazılarında bu nokta
merkezde "konsentrik" diğerlerinde ise kenarda "eksentrik"
dir. İki ya da daha fazla hilumlu
bileşik taneler de bazı bitkiler için karakteristiktir. Çeşitli bitkilerin
farklı kısımlarında var olan nişasta taneleri şekilde görülmektedir. Ayrıca
sütleğen latisiferleri içinde kemik seklindeki nişasta taneleri de oldukça
ilginçtir. Nişasta lugol ayıracı (KI+I) ile önce mavi, sonra siyaha yakın mor
renkli bir tepkime vermektedir. Depo
nişastası gövde ve kökün korteks, öz ve vaskular dokularının parenkima hücrelerinde;
etli yaprakların, rizomların, tuberlerin, meyvaların ve kotiledonların
parenkımasında; tohumların endosperminde bulunur. Ticari nişasta tahıl
endosperminden, tropikal Manihot esculenta 'nın etli yumrularından (tapyoka
nişastası), patates tuberlerinden, sdtamineae ordosuna ait bazı bitkilerin
tuberli rizomlarından (ararot nişastası), Metroxyion sago gövdesinden (sago
nişastası) elde edilmektedir.
Diğer taraftan, yer çekimi etkisi altında bitkilerde bazı
özel ağır taneciklerin hareketi bir basınca neden olup protoplasmayı teşvik
etmektedir. Kök şapkası hücrelerinde ve gövdenin nişasta kınında bulunan
hücrelerin sitoplasmasında kolayca hareket edebilen büyük nişasta tanelerine
statolitler denir ve yer çekiminin algılanmasından sorumludurlar.
Şekil: Farklı
bitkilerin değişik organlarındaki nişasta taneleri.
Proteinler, canlı protoplasmik yapıların esas
bileşiklerindendir fakat ayni zamanda geçici, etkin olmayan ergastik maddeler
olarak da oluşurlar. Proteinler birçok bitkilerin meyva ve tohumlarında katı
taneler halinde bulunur buna alevron taneleri adı verilir. Ergastik depo
protein amorf (şekilsiz)ya da kristal halde bitkilerde yer alır. Amorf protein
globul ya da şekilsiz kitle oluşturur (gimnospermlerin yumurta hücreleri, alg,
mantar). Kristal protein ise kristal ve kolloid özellikleri birleştirir ve
sitoplazmada kristalloid olarak isimlendirilir, globoid ise protein içeren
alevron tanesidir. Amorf ergastik protein glütendir, buğday endosperminde
nişasta ilebirlikte yer alır. Birçok tohumların embriyo, endosperm perisperm
kısımları alevron taneleri halinde depo protein içerir. Depo proteinler
genellikle vakuollerde birikir, bu sırada geniş vakuoller parçalanır ve
sayıları artar; herbir küçük vakuol protein
cismi haline dönüşür. Çimlenme sürecinde
protein sindirilir ve çok sayıdaki vakuoller tekrar tek bir vakuol şeklini
alır.
Yağlar ve yağa benzer maddeler. Katı ve sıvı haldeki yağlar
bitkilerin ergastik maddelerinin önemli bir sınıfıdır ve lipidlerin depo
edilmiş şekilleridir. Yağlar sitoplasmada ya da plastidlerde (elaioplastlar)
yaygın olarak bulunmaktadır. Vakslar, suberin ve kutin de yağa benzer
maddelerdir, epidermis üzerinde koruyucu olarak bulunurlar, bazan hücre
içlerine de girebilirler. Fosfolipidler ve steroller de yağlarla ilgilidir
ayrıca oleik, linoleik, palmitik ve stearik asitler gibi yağ asitleri büyük
ekonomik önem taşımaktadırlar. Yağlar tohumlarda, sporlarda ve embriyolarda,
meristematik hücrelerde ve végétatif yapının farklılaşmış dokularında yer alan
depo maddelerdir; katı taneler ve sıvı damlalar halinde bulunurlar. Küçük
moleküllü yağlar ya özel hücrelerden salınır ya da hücre içi boşluklarda
birikir. Yağlar Sudan III ya da IV ile kırmızıya boyanmaları ile tanınırlar.
Oldukça uçucu ve aromatik maddeler olan bir kısım yağlar koniferlerin bütün
dokularında, gül petallerinde, portakal petal ve meyva kabuğunda yer
almaktadır. Yağlı meyva ve tohumlar insan beslenmesi için çok önemlidir. Soya
fasulyesi %20 soya yağı, pamuk tohumu %30-40 pamuk yağı, fıstık %40-50, zeytin
%40-60, hindistan cevizi %60-70 yağ içermektedir.
Taninler.
Taninler fenol türevlerinin farklı bir grubudur, genellikle glikosidler-le
ilgilidir. Taninler birçok bitkilerin yapraklarında (çay) boldur; gövdelerin ve
köklerin periderminde (kahverengi flobafen); ksilem ve floem gibi vaskular
dokularda; olgunlaşmamış meyvalarda; tohumların
testasında (kahve) ve gallere benzer patolojik büyümelerde izlenmektedir (Küster, 1956). Taninler genellikle sitoplasma ve vakuolde oluşur, bazan mantar dokusunda olduğu gibi
çeperlerin içine
girer. Taninler kuruma, çürüme ve hayvanlar tarafından zarara karşı
protoplastlan korur, bu tip fenolik bileşikler daha çok sistematik ilişkilerde
bir belirteç olarak faydalıdır. Aynı zamanda şekerlerin oluşması ve iletimi,
antioksidant ve si top!asmanın homojenliğini sağlayan koruyucu kolloidler
olarak iş görürler.
Kristaller.
inorganik maddelerin fazlasını dışarı atan hayvanlara karşın bitkiler böyle
gereçleri dokularında depo ederler. Bitkilerde inorganik birikmeler kalsiyum
tuzları ve silikamn anhidritlerinden oluşmaktadır. Kalsiyum tuzları arasında
kalsiyum oksalat en bilinenidir. Monohidrat (rafid, kum ve drıts) ya da
dihidrat (tek tek ya da drus şeklinde) bulunur. Ayrıca hücrelerde birçok küçük
kristalin oluşumundan kristal kumu da meydana gelmektedir. Kristaller bileşik
yapılar (drus) oluşturdukları gibi uzamış kristaller de stiloidler ve rafidler
olarak isimlendirilir. Rafidler demetler halinde kümelenmişlerdir (şekil 14).
Bitkiler kristal şeklinde değişmez farklar gösterirler bu bakımdan kristaller
sıklıkla sistematik belirlemelerde büyük öneme sahiptirler.
Kalsiyum oksalat kristalleri genellikle vakuollerde
gözlenir, bazı araştırıcılara göre sitoplasmada da oluşurlar. Bir kısım
kristaller de özelleşmiş hücrelerde, diğer bir deyimle kristal idyoblastlarında
meydana gelirler. Diğer kristal tipleri ise hücre çeperlerinde depolanırlar.
Rafidler daha çok geniş hücrelerde oluşur, bunlar olgunlukta şişmeye eğilimli
müsilaj ile dolu ölü yapılardır. Böyle rafid idyoblastlarının hücre çeperleri
ince kalır, eğer müsilaj şişerse ince çeper yırtılır ve rafidler dışarı atılır.
Genellikle kalsiyum oksalat kristalleri hidroklorik asitte erimektedir.
Moraceae, Acanthaceae ve Cucurbi taceae ' nin yaprakl arı
nda sentripetal kalınlaşmalar şekilsiz, torba şeklinde yapılar oluşturur, böyle
yapılara "sistolit" adı verilir. Ficus (Lastik ağacı) yaprağında
gözlenen sistolit silisleşmiş bir sap, selüloz ve kallosun katıldığı 3S90
kalsiyum karbonattan oluşmuş dut şeklinde asılı bir kristal yapıdan oluşmuştur.
Sistolitlere parenkima ve epidermiste, özellikle epidermal tüylerdeya da
"L ithosistler" denilen özel genişlemiş hücrelerde rastlanır.
Kristallerle ilgili olan sil ika da hücre çeperlerinde
depolanır fakat bazan hücre va-kuolünde de oluşmaktadır. Gramineae'ler hem
çeperlerde hem de hücre vakuolünde silikaya sahiptir.
Diğer taraftan, bitkilerde metabolik artık maddeler olarak
isimlendirilen sekonder bitki ürünleri hayat için hiçtir önemi belirlenememiş
olan maddelerdir. Bu maddelerin varlığı ya da değişimi bitkiye ne kazanç ne de
zarar verir. Bu maddeler şu şekilde sıralanabilir:
Glikosidler. Sekerli bileşiklere giren bu sekonder
metabölitler bitkilerde çok yaygındır. Bazıları kumarin glikosidleri ve
sülfdr-içeren hardal yağı glikosidleri gibi kısmen aromatik özelliktedir.
Glikosidlerin bazıları ise zehirlidir (Gentiana'nın acı glikosidleri, badem ve
diğer bazı meyvaların siyanid-içeren glikosidleri v.s.).
Alkaloidler. Bu tip metabölitler önemli bitki zehirleridir,
oldukça durağandırlar, metabolizmanın son ürünü olarak bitkilerde fazla
miktarda birikmektedirler. Kahvede (kafeir çayda (kafein ve teofilin), kakaoda
(kafein ve teobrömin), kınakınada (kinin), haşhaşda (morfin, kodein, narkotin)
bulunan alkaloidler ve tehlikeli zehirler olan kokain ve akonitin bu gruba
girmektedir, solanaceae ' de solanin, atropin;-özellikle Nicotiana 'da kuvvetli
zehir olan nikotin bulunmaktadır. Alkaloide benzer bileşimine karşın, bir yan
zincirinde azot bulunan kolşisin genellikle alkaloidler arasında sayılmaz. Bu
madde yalnız Coichicum autumnal e ' de (çiğdem) değil aynı zamanda üJiaceae'nin
diğer üyelerinde de bulunur.
Terpen türevleri. Bunlar da sekonder metabolik ürünlerdir,
bitkilerde oldukça yaygın olarak bulunur ve isopren molekülü içerirler. Eterik
yağlar kök ve rizom hücrelerinde; kabuk, yaprak, meyva kabuğu ve tohumlarda
refraktif damlalar halinde bulunur. Yağla dolu hücreler suberinleşmiştir ve
protoplastları ölüdür, ayrıca lisigen kökenlidir.
Buraya kadar olan kısımlar göz önünde tutulacak olursa bir
hücre en yalın olarak hücre çeperi, protoplasma ve vakuol olarak üç kısımdan
meydana gelmiştir. Bunlardan protoplasma birçok altyapı öğesi ile sitoplasma,
nukleus, plastid, mitokondri, ribosom ve diktiyosom gibi daha küçük
organcıkları kapsamaktadır. Daha alt düzeydeki bölünmelere geçilirse
plas-tidler de kloroplast, kromoplast ve levkoplastlar şeklinde
sınıflandırılır. Böylece organizmaların en küçük canlı birimi olan hücre son
derece karmaşık ve çok ayrıntılı bir yapıya sahiptir.
Yorumlar
Yorum Gönder